1963 yılı... Ülkemizde işsizliğin ve sıkıntının zirvede olduğu yıllar. O yıllarda insanımız, ekmek parası kazanabilmek gayesiyle Avrupa kapılarında... Tanımadığı, bilmediği çevreler, şehirler ve insanlarla karşı karşıya. Hepsinin ortak düşüncesi, bir kaç yıl çalışıp, biraz sermaye edinip, geri dönmek.
Rızık davası için, vatanlarından ve sevdiklerinden kopup geldikleri ülkelerin başında, Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Avusturya ve İsviçre gibi ülkeler gelmekte. Dil başka, örf adet başka, yaşayış biçimi başka, velhasıl her şey bambaşka. Anadolu’nun yiğit delikanlıları, Hasan’lar, Ahmet’ler, İlyas’lar sadece bedenlerinin kendilerine ait olduğu bir ortamda buldular kendilerini. Birçoğu askerlik hariç daha köyünden dışarı çıkmamışken, Avrupa’nın en büyük şehirlerinde yarışmaya başladılar.
Kırk yıldır Avrupa ülkelerinde çalışmakta olan Türk insanı, maddi problemlerini halletmiş gibi görünmekte ise de, kültürel farklılıklar nedeni ile değişik bir kimliğe bürünmüştür. Son yıllarda çoğalan sosyal ve kültürel ağırlıklı etkinlikler insanımızı bir nebze olsun asli hüviyetine çekmeyi başarabilmiştir.
Günümüz insanı mutsuz, stres ve sorunlar yumağı ile meşgul. Aileler huzursuz durumda. Toplumda bir kanaatsizlik, bir şükürsüzlük, bir sevgisizlik hastalığı kol geziyor. Bu virüs toplumun bütün katmanlarına yayılarak, insanlardan sevgi ve edep gibi değerleri kemirip, tüketiyor. Gelelim Avrupa’ya, burada Türk insanının sosyal ve kültürel yaşantısını bir mercek altında değerlendirmeye çalışalım.

Evlilikler:
Mutlu bir yuva özlemiyle kurulan aile kurumu Avrupa’da şiddetli sarsıntılar geçiriyor. 2025 yılında Avrupa’da aile kalmayacak diyen batılı uzmanlar, haklı çıkacağa benziyor. Birçok Türk genci dahi birlikte yaşamayı tercih ederek, evlenmeye yanaşmıyor. 18 yaşına gelmiş gençler evden ayrılmayı anne babalarına söylediklerinde, bazı anne babalar neye uğradığını şaşırıyor. Üzülüp ağlamaya başlıyorlar. Bazı çocuklar anne babalarına söyleme nezaketinde dahi bulunmadan çekip gidiyorlar. Bazı anne babalarda oğluna memleketten temiz bir kızı gelin almayı veya kızına iyi, terbiyeli bir damat bulmayı düşünerek, çocuklarını memleketten bir yaz tatilinde evlendirip geliyorlar. Avrupa’da rahat ortamda yetişmiş genç, Türkiye’de köyünden evlendiği o sıkılgan ve mahcup eşiyle, iyi bir tanışma dönemi ve duygusal bir bağ yaşamadığından kısa zamanda iletişim eksikliğinden yuvaları da çatırdamaya başlıyor. Türkiye’den getirilen damat veya geline zamanla eziyet edilip, psikolojik baskılar uygulanmakta, bu durum büyük sorunlara yol açmaktadır.
Türkiye’den gelen genç damat, burada hiçbir şeyi bilmez. Dil yok, iş yok, para yok, size teslim olmuştur. Her şeyini geride bırakmıştır. Sadece evlendiği eşi vardır. Zamanla işsiz kalan bu genç, aileye yük görülmeye başlar. Ona uygun olmayan sözler söylenince; gençlerin yuvalarına tatsızlık ve sıkıntılar getirmektedir. Büyükler önce; bu gençlere sahip çıkmalı, her şeyini Türkiye’de bırakıp gelen ve her şeyiyle size teslim olan bu gençlere moral vermek, intibaklarında yardımcı olmak, ellerinden tutup, işlerini tatlı dille halletmek gerekir. Aksi halde, buradaki ortamı gören genç kararını verdimi, aileler yıkılmakta, ocaklar sönmektedir. Bunun yanında örnek gençlerimizin de sayısı az değil, onlar kurdukları mutlu yuvalarında örnek bir aile olma yolunda hayatlarına devam etmektedirler.
Ne gariptir ki evlendiğinin haftasında, balayı dönüşünde, bir ay- iki ay sonra, bazen evlendiğinin 2. günü ayrılan gençlerin durumu hayretlerimizi çekiyor. Kutsal aile yapısı bu kadar mı çürüdü? Aile mevhumu bu kadar mı değerinin yitirdi ki? Diye zihinlerimiz zonkluyor. Hele farklı milletlerle yapılan evliliklerde farklı durumlar ortaya çıkıyor. Bazı aileler çok güzel bir tutum sergilerken, bazı aileler ve çocuklar tamamen asimile olup gidiyor. Ne dil, ne din, ne kültürden bir eser kalmıyor.

İşçi olabilmek ümidiyle yapılan evlilikler ise daha garip bir manzara arz ediyor. Bazıları kendinden 15-20 yaş büyüklerle evlenirken, bazıları da aralarında hiçbir ortak yön bulunmayan şahıslarla evlenip, hatta para karşılığı evlenerek hayat sürüyorlar.
Bir annane telefonda; Torunumun bu gün kilisede vaftiz töreni var. Biz bir tören yapamaz mıyız veya engel olamaz mıyız? Diyordu. Yaşlanınca dini değerleri önemseyen ananeyle uzun uzun konuştum. Buraya ilk geldiğinde tam bir İsviçre’li gibi yaşamak istemiş, kızını da öyle yetiştirmişti. Türkçeyi kullanmamışlar. Türkçe derslerine çocukları okula göndermemişler. Cami ile zaten hiç görüşmemişlerdi. Kızı da İsviçreli bir delikanlıyı sevmiş. Nikahları kilisede kıyılmış. Damat bir kotolik fakat bizim Türk kızı Müslüman mı belli değil. Sonra ananenin Vaftiz töreninde yüreği sızlıyor. Yıllardır aramadığı hocayı arayıp, ne yapabiliriz hocam, diyor. Hoca ne yapsın, olan olmuş, karar verilmiş, tercih yapılmıştır.
11 yaşında bir kız çocuğu, derste öğretmenine şöyle diyor; “Ben evlenmeden çocuk yapacağım.” Öğretmeni neden diye sorunca; küçük kız; “Ben bebekleri çok seviyorum. Ama babaları hiç sevmiyorum.” Der. Konuyu araştırdık, Anne-baba ayrılmışlar. Kız annenin yanında kalıyor. Her gün annesinden babasını eleştiren sözler duymaktan etkilendiği için böyle konuşuyordu.
Güzel ve zengin olup, ahlâkı, karakteri ve kişiliği iyi olmayan kadınla veya kadın için böyle bir erkekle huzurlu bir hayat devam etmez.
Millet bünyesinin çekirdeği, özü; Ailedir. Hücreler arasında ahenk bozulunca, ona tıp dilinde kanser deniliyor. Millet bünyesinin hücresi sayılan aile bozulunca, Millet kanser hastalığına yakalanmış gibi olur. Demek ki; hücre sağlam olursa, vücut sağlam olur. Aile sağlam olursa, millet sağlam olacaktır.

Bir yastıkta kocayasınız, diye bazen dua ederler. Evlilik müşterek hayat birliğidir. Tatlı dil, güler yüz, sevgi ve muhabbetle evliliği yaşatıp, dünyada da mutlu, ahirette de mutlu olmak icap eder.

Eğitim;
Türkçeyi düzgün konuşamayan gençlerimiz ve çocuklarımız neden bu duruma düştüler. Almancayı iyi öğrensinler diye, anne-baba evde Türkçe yasağımı uyguladı. Yoksa çocuklarının Türk çocuğu olarak bilinip tanınmasını mı istemedi anne-babalar. Bu tartışılır. Ama dilin kaybedilince nelerin kaybedildiğinin bir farkına varabilselerdi.

Türkçe dünya dilleri arasında büyük bir coğrafyada, uzun zaman kullanılmış gramer yapısıyla önemli bir dildir. Türk olup da bu dilin önemini bilemeyen insanımız çoktur.

Dil kaybolunca din kaybolur.
Dil kaybolunca kültürümüzde kaybolur.
Dil kaybolunca asimile olursunuz.
Dil kaybolunca ahlak, edep, fazilet gibi değerli duygularda kaybolur.
Dil kaybolunca tarihini bilemez, kimliğini bulamazsınız.

Okullardaki Türkçe dersleri ve Camilerdeki Din derslerini gereksiz, hatta lüzumsuz görüp, çocuklarını bu derslere göndermeyen, nice anne babalar vardır ki; çocuklarına hayatlarının en büyük kötülüklerini yapmaktadırlar. Kocaman adam olduğunda eline aldığı Türkçe bir yazıyı doğru dürüst okuyamayan, bir istiklal marşını ezbere bilmeyen, tarihini okumamış, dinini tanımamış, babasının cenaze namazını kılmasını bilmeyen çocuklar bizim çocuklarımız olmasın. Çocuklarımızın futbol maçları, saz kursları, yüzme kursları kadar dil ve din derslerini önemsemiyorsanız, gelecekte evladınızdan acı çektiğinizde hiç dövünmeyin, hiç ağlamayın.
Bugünün gençleri, ahtapot gibi kötülüklerin kıskacındadırlar.
Uyuşturucuya, fuhşa, alkole sürükleniyorlar. Ellerinden tutacak, yol gösterecek kimse bulamıyorlar. Bazıları genç yaşlarında, alkollü araba kullanırken yaptıkları kazalar ile paramparça olup giderlerken, kimileri psikolojik sorunların kısgacında intihar ediyorlar. Kimileri de aşırı dozda aldığı uyuşturucunun tesirinde hayatının baharında göçüp giderken, geride gözü yaşlı, bağrı yanık anneler-babalar bırakmaktadırlar.

Bugün öğretmen ve din görevlilerimizin ortak kanaati şudur ki; Buradaki öğrenciler, çok zayıf ve çok yetersiz derken, bu ifadeyi derslere devam eden çocuklar için söylüyorlar. Büyük bir çoğunluk derslere katılmadığına göre, varın gerisini siz düşünün.
Bazı velilerde, çocuğunu iki kere derse gönderdi mi, sanki hocanın elinde sihirli bir değnek var. Onu çocuğuna dokundurdu mu, çocuk her şeyi yutacak, bülbül gibi şakıyacak, 2 derste her şeyi öğrenecek zannediyorlar. İnsan eğitimi kolay mı? Uzmanlar insanın eğitimi ve kemale ermesi için 25 yıl zaman biçerler. Emeklerde; sabır, gayret ve azim gerekir. Bunlar yoksa, başarı elde etmek hayal olur.
Kıyafetlerde özgürlük sınır tanımaz boyutlara geldi. Modern tasarımcıların oluşturduğu çizgilerle, dekolte diyebileceğimiz çok açık, vücudu her yönüyle gösteren modeller, Türk genç kızlarımız tarafından uygulanan ve tercih edilen bir tasarım olarak kendini gösteriyor. Özellikle vücuttaki açık yerlerin, daha fazla olması; ayrıca burna, kulağa, kaşa, dudağa, göbeğe… takılan hızmaların (piercing), metal tel, halka ve zincirlerin… moda ve özenti adına ileride nasıl sağlık sorunlarına sebebiyet verebileceği ve hangi kültürün mirasçısı olarak bunları yaptığımızın farkında olmamız gerekmez mi?
Okul aile birliklerinin, Camiler ve sosyo-kültürel derneklerin yapmış olduğu programlara katılmak milli bir görevdir. Dini, milli, ilmi, kültürel, sanatsal vs. her türlü programa koşarak gitmek gerekir. Bu program ve etkinliklere yabancı diyarlarda bizler sahip çıkmazsak, bizler destekleyip, katkıda bulunmazsak sorumluluktan kurtulamayız.

Avrupa’da yaşayan her 100 kişiden biri Türktür. Kendi kültürünü tanımayan, kendi diline hakim olamayan, öz değerleriyle bütünleşmemiş bir insan başarılı olamaz.

Türk çocuklarının %31 i ilkokuldaki Türkçe derslerine katılırken, %9 u ortaokulda iken katılıyorlar. Oysa kaliteli bir eğitim almak, güzel bir meslek edinmenin kapılarını aralar. İsviçre’deki öğrencilerimizin sadece %3 liseye gidebilmekte, %1 i de yüksek öğrenim görmektedir.
Anadille açılan kurslara; Yunanlılar;% 100, İspanyollar; % 100, Portekizliler %84, İtalyanlar; %77 oranında katılırken, Türkler;%31 oranında katılmaktadırlar.
Evlerimizde ana dilimizi konuşalım. Güzel konuşmaya özen gösterelim. Güzel örnekleri çocuklarımızla paylaşalım. Öğretmeniyle diyalog içinde olalım. Her iki dilde kitap okuma alışkanlığını geliştirelim.
Ergenlik çağındaki çocuklar kimlik arayışı içinde olduklarından, hırçın ve kavgacı olurlar. Bu yaşta aileye ilgi azalır, arkadaşlarına ve dış çevreye çoğalır. Bu dönemde düşünce yetenekleri gelişir, hayal güçleri fazla olur. Derslerine az çalışırlar, yasaklara karşı tepkilidirler. Bu dönemde onlara hassas ve dikkatli yaklaşmak gerekir.
İsviçre, Avusturya’da öğrencilerin %17 si yüksek öğrenime giderken, aynı ülkelerdeki Türk çocuklarının sadece % 1 nin yüksek tahsil yapması, bizim maçı 17-1 kaybettiğimizin işaretidir.

Bayramlar; Ramazan, Kurban, 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim, Anneler günü.. gibi günlerde etkinlikler yapılmalı, Kaynaşma ve dayanışma sağlanmalıdır. Kültürel programlar tertip edilip, şiir, musiki, tiyatro, folklor, el sanatları..vs. konularda çalışmalar yapılmalı, bu konuda uzman kişi ve kuruluşlardan yardım alınmalıdır. Ne yazık ki; derneklerde kermesler tertip edilirken, sadece para kazanma telaşına düşünülmüş, hiçbir etkinlik ve faaliyet düşünülmemiş, sadece midelere hitabeden Türk yemekleri fuarına dönüştürülmüştür. Her kermese yüzlerce hatta binlerce insanımızın katıldığını düşünürsek, tüm gün bazen 2-3 gün devam eden, kermesin yanında 1-2 saatlik de olsa mutlaka kültürel bir program hazırlanarak, gelenlerin eğitim ve istifadesine sunulacak bir hizmet de amaçlanmalıdır.
Bugün yurtdışında görebildiğim Dernek lokallerinde; kitap, dergi, gazete gibi gelenlerin okuması için amaçlanmış hizmet alanı, etkili ve dolu bir kütüphane yok. Masaların üzerinde sadece günlük gazeteler, onların spor sahifeleri ve magazin bölümlerini okuyan birkaç kişi görebilirsiniz. Bir çok derneğimize günlük gazete bile alınmazken, bazı aylık dergilerin hiç okunmadan çöpe atıldığını da maalesef bilmekteyiz.
Günümüzde milletlerin gelişmişlik seviyeleri ve kültür düzeyleri tükettikleri kağıt miktarıyla ölçülmektedir. Bir ülkede ne kadar çok kitap basılıyor, sesli ve görüntülü yayın yapılıyorsa, o ülke o kadar zengin ve o kadar gelişmiş sayılmaktadır. Kitaplar toplumun nefes borusudur. Bizim temel kitabımız Kur’an-ı Kerim, önce okumayı, hemen peşinden kalemle yazmayı öğütlemiştir.
Bir başka ilim adamımız ise şöyle bir duada bulunur; Yâ Rabbi! Senden kitap dolu bir kütüphane ile çiçek dolu bir bahçe isterim” Kitap ömrü uzatmanın en iyi ilacıdır. Kim ki kitap sever ve okursa, onun yaşayışı dolu, zengin ve uzun olur. Zira insanın baş düşmanı boşluk ve tembelliktir ki; bu da stresleri doğurur. Streslerse insanın ölüm alarmlarıdır. Bundan kurtulmanın yolu kitap okumaktır. James Howell “ Dünyayı yöneten, kalem, mürekkep ve kâğıttır” diyor, haksızda değil.

Kısacası; Entegre olacağız diye, asimile olma yolunda hızlı gidişi durdurmalıyız. Görev ve sorumluluk bilinci içinde hepimiz bu mücadeleyi vermeliyiz.

GURBET ÇOCUĞU
Her yaz tatilinde Türkiye’ye gelirdim,
Çocukken izine gitmeyi istemezdim.
Türkiye’de tatil beni sıkar boğardı,
Ama babam bana hiçbir zaman sormazdı.
Bagaj hazırlanır arabanın bakımı olurdu,
Annem eşyayı bavullara doldururdu.
Her izin dönüşünde hesaplar yapılır,
Unutulan hediyeler bir bir yazılır.
Kellere sırayla konmaya başlanırdı,
Anam babam evde gün saymaya başlardı,
Otuz gün yirmi gün on beş gün on gün diye
Güzergah belirlenir her sene ne diye.
Mola nerde, konvoy kiminle yapılacak,
Kim önde gidecek, kim kimi sollayacak.
Her yıl gidilen yol yeniden hesaplanır,
San ki; Türkiye yolu uzayıp kısalır.
Onlar için bu yolculuk zevk ve selâmet,
Bana göre çile, sıkıntı ve rezalet.
Sevmiyordum köyümüzdeki tozlu yolları,
Sevmiyordum tahta oyuncaklı çocukları.
Babam bir arkadaşına sipariş vermiş,
O, taze soğan, marul maydanoz getirmiş.
Memleket kokuyor diye koklayıp yedi,
Annem onları doğrarken ağlayı verdi.
Kimse beni dinlemedi hep gidip geldik,
Nedendir bilmem şeytanın bacağını çeldik.
Annemin emzirdiği sütten midir?
Babaannemin hep yaptığı duadan mı?
Babamın gönlündeki aşktan mı? Diyemem.
Bana bir şeyler oldu bunu söyleyemem.
Okul dönüşü evde beni karşılayanın,
Ay yıldızlı bayrağımın olduğunu gördüm
Babam anam namaz için durduklarında,
Evin havasının değiştiğini gördüm.
Kafam takıldı bir gün şu çanın sesine,
Hasret kalmıştım köydeki ezan sesine.
İzinden yeni dönmüş hesaba başladık,
Kırk beş hafta kalmış öbür izine şaştık.
Fikir birliği vardı, özlenmişti memleket,
Sanki diyordu her birimiz keşke gelmesek.
Gözünü seveyim memleketim bir tane,
Parfüm yapsalar toz kokusundan şahane.
Bizim köyün koyunları daha yakışıklı,
Dedesi, ninesi hepsi candan bakışıklı.
Allah’ım ne oldu bana nasıl değiştim ben
Düştüğüm duruma anlam veremiyorum ben
Özlüyorum işte özlüyorum yurdumu,
En çok ta Türkiye’min kır kokusunu.

Not:Bu yazı alıntıdır.İlgi alanıma girdiği ve sizin de ilgi alanınıza hitap edeceğini düşündüğüm için aktarıyorum.(Mehmet ÇOKLUK)
Alındı: (Mehmet KANTARCI) - St.Gallen/İSVİÇRE

Login


 

Ziyaretçi Defteri

pasamehmet
Herkeze Selam, acaba bu ""Sülaleye dayali Soy Ağacimiz."" ne zaman faaliy...

Ilkokul Mezunlarimiz

Eğridereköyü İlkokulu ilk olarak 1948 - 2008 Eğitim Yili

Calisma Asamasinda

Eğridere Köyü Facebook

Sosyal Medyada da, beraber kalalim.
Takip et Tiklayiniz

Go to top