OYNAYA OYNAYA BÜYÜDÜK

Her yerin coğrafik yapısına göre adetleri ve oyunları da farklı olur.
Ege yöremizde efelerimiz nasıl zeybek oynuyorsa, Erzurum’daki dadaşlarımız bar oynadığı gibi Karadeniz uşağı horon teper.
Hani hep anlatırlar, Karadenizlinin biri Ege’nin efesine misafir olur.
Karadenizlinin şerefine efeler bir oyun sergiler ve Karadenizliye sorarlar, oyunumuzu nasıl buldun diye. Karadenizli cevap verir:

“Böyle yarım saat düşünüp bir adım atacaksak onu dedem de oynar” diye.

Ege’nin efeleri Karadenize iade-i ziyarette bulur. Bizim uşaklar da efeleri horonla karşılarlar. Efelerden birisi sorar, bu uşaklar neden oldukları yerde sallanıp dururlar. Bir diğeri cevap verir, “Kardeşim arazi mi var? Önleri deniz, arkaları dağ uşaklar ne yapsın. Bu araziye böyle oyun” der. Evet, gerçekten de arazi şartları oyunları etkilediği gibi eğlenmeyi de etkiler.

Folklorda böyle olduğu gibi diğer oyunlar da değişmiyor.
Özelikle kışın uzun geçtiği yerlerde kış oyunları daha da farklı olur. Bizim köyün insanı da eğlenmeyi kendi çapında yapar, mutlu olurlardı.
O zamanlar televizyon yok, sinemaya gidenin sayısı da belli idi. Herkes babasından ve dedesinden gelen adetlerle eğlenir, zaman geçirirlerdi. En çok fincan oyunu oynanır ve bu oyun genelde kışın oynanırdı.

Aklımın erdiği fincan oyunu oynandığı mekânların başında Bulutlar olarak bilinen Orhan Hoş ağabeyimizin evi gelirdi.
Orhan ağabeyimiz genelde Fatsa’da yaşadığından köye geldiği zaman sevenleri ve zamanın delikanlıları onun İfteron’daki evinde toplanır, fincan oynar eğlenirlerdi. Fincan oyunu oynandığı yıllarda köyümüzde elektrik olmadığı için lüküs dediğimiz fenerler yakılır ve alışık olmadığımız bu bol ışık İfteron’dan köye doğru yansıyınca burada bir etkinliğin olduğu anlaşılır ve köyümüzün ihtiyar heyeti böyle bir alışkanlığın yaygınlaşmaması için zaman zaman fincan oyunu oynanan yerleri basar ve gençleri dağıtırdı.

Gençler ise karşı koymaz, yakalanmamak için her biri ayrı istikamete dağılır, yakalanma tehlikesini bertaraf ederlerdi.
Gençlerin bu hareketi bile büyüklere olan saygının bir ifadesi idi.
Oysa gençler kendi aralarında fincan oyunu oynayarak kış gecelerini değerlendirmek için bir araya gelerek eğlenirlerdi.
Fincan oyunu öncesi bisküvi ve lokum alınır. Kazanan taraf ise bisküvilerin içine lokumları ezerek yerdi.
Galip taraf bisküviye ve lokuma doyunca mağlup olan tarafa ikram eder eğlenilirdi.
Gençler Bulut’un evinde eğlenirlerken, kızlarımız da boş durmazlardı onlar da mısır koçanlarını soyduktan sonra kendi aralarında yüzük oyunu oynar birbirlerinin canını yakarlardı.
Hatta bazı imecelerde gençlerle kızlar birlikte yüzük oyunu oynar, kızlar erkeklerin avuçlarından ziyade kollarına doğru düğüm yapılmış eşarbı sertçe vurur intikam alırlardı.
Oyunun içinde yavuklusu bulunuyorsa ona torpil geçer hafif vururdu.
Hatta bazen işmarla yüzüğün kimin elinde olduğu bile bildirilirdi.
Gençler arasında böyle oyunlar oynanır eğlenilirdi de hiçbir taraf ileri gitmez hatta göz göze bile gelindiğinde taraflardan birinin mutlaka yüzü kızarır önüne bakarak içindeki heyecanı gizlerlerdi.

Bir de horon oynamak için genç kızlar özellikle yaylada evde büyüklerin olmadığı bir zaman bir araya gelir, kendi aralarında horon teperler.

Hatta akşam kimin evinde oynanacağı ve kimlerin geleceği sır gibi saklanırdı. Köyün gençleri horon oynanan evin yerini öğrenince kızlarla birlikte horon tepebilmek için yapmadıklarını bırakmaz, mutlaka içeriye girmeyi başarır ve birlikte oynarlardı. Bunun için kızların arasında tanıdık birinin yardımına ihtiyaç vardı ve her zaman bulunurdu.
Oysa gençler kızlarla bir arada olmaktan ne kadar arzulu ise kızlar da isterdi de belli etmezlerdi. Bir de evini barkını kurmuş, yaşını başını almış olmalarına rağmen orta yaşındaki delikanlılar da bir araya gelir horon oynar eğlenirlerdi.
Onların horon oynamalarını seyretmek ise ayrı bir zevkti. Hepsi gerilmiş yay gibi önce düz dediğimiz oyunla ısınma hareketleriyle oyuna başlar, kemençenin ritmine göre oyunu hızlandırırlardı.

Hani ne diyeyim bu delikanlılara da horon yakışıyor.
Bazıları horonun içinde aşka gelir ve narasını atarken bir diğeri ise belinde çıplak taşıdığı silahıyla ikili olmak kaydıyla havaya ateş ederek oyuna renk katarlardı.

Özellikle Anadolu’da bağbozumu denilen zamanlarda yapılan eğlenceler bizim oralarda çayır kesimi bittiğinde ve imeceden sonra yapılır, yorgunluklar atılırdı. Şimdilerde nelerin yapıldığını pek bilmem.

Bahsettiğim zamanlar 70’li yıllara ait hatıralar. Hatta köyümüzün arazisi içinde horon oynanan bazı yerler vardı ki, oralarda toplanan gençler mutlaka bu birlikteliği horon oynayarak değerlendirirlerdi.
Esasında kışın her yaş grubuna göre de oyunlar oynanır.
Beş taş ise her mevsimde oynanan oyunların başında yerini alır, kibrit oyunu ise kışın çocukların vazgeçemeyeceği bir eğlence olurdu.
Dört beş çocuğun gelişi güzel dökülen kibritleri yığından başka bir kibriti sallamadan çekmesi gerekiyor.
Oyunun ilk başları kolay da sonlarına doğru ne kavgalar çıkardı! Yok salladın, yok sallamadın diye.
Centilmence bir kibrit oyununun bittiğini hiç hatırlamam. Bu kibritin ne de oyunları vardı.
Kibrit kutusunun resimli yüzü yazın çocukların arayıp da bulamadığı şeylerdi.
Önce yuvarlak bir daire çizilir ve oyuna dâhil olan her çocuk eşit miktarda dairenin içerisine kartları koyar.
Belirli bir mesafeden düz taşlar daireye doğru fırlatılır dairenin dışına kart çıkarınca o kart çıkaranın olur.
Çıkarmazsa oyun bir başka arkadaşına geçer, dairenin içindeki kartlar bitinceye kadar bu oyun devam eder.
Bu oyunda taşın düzlüğü çok etkili olurdu. Yazın bu kartlarla dışarıda oyunlar oynanırken, kışın da aynı kartları duvara vurup yere düşen kart başka bir kartın üzerine düşürse o kart da oynayan kişinin olurdu.
Kibrit oyunun bir başka şekli de, kibrit kutusu sallanır, dik durursa belirli bir puan alınır, resimli taraf gelirse biraz daha yüksek puan, dik durursa biraz daha fazla puan alarak oyunlar oynanırdı. İple oynanan oyunlarımız, dolu mu boş mu, mendil oyununa kadar birçok oyun bu gün yaşatılıyor mu? bilmiyorum. Misket, çelik çomak, istop ve saklambaç gibi oyunlar ulusal oyunlar olduğu için onlardan teferruatlı bahsetmemize gerek yok.

Oyuncaklarımızı merak ediyorsanız sormayın gitsin.
Çamurda bulduğumuz bir seramik parçası, Veysel amcanın yaptığı tahtadan kılıç veya bir bebek. Topu olan kucağında saklar bizi oynatmazdı.

Bisiklet ise yaklaşamayacağımız bir lükstü. Cemal’in vardı amma sürmek ne mümkün.
Maazallah bir şey olur diye elinde gezdirir dururdu!
Onun için kibrit oyunlarıyla oynaya oynaya büyüdük.

Fakat çok mutluyduk.

Hatta bir keresinde babamdan ben bir araba ablam da bir naylon bebek istemişti.
Benimkini demirciye ablamın bebeğini de nayloncuya sipariş ettiğini söylemişti.
Ne hikmetse babamın verdiği bu siparişler değil bize torunlarına bile yetişmedi.

Mehmet KOCA, 9 Kasım 2006
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.