SIRADIŞI, TOPLAMA BİR YOLCULUK (2)

Hiçbir ressamın resmedemeyeceği bir tabiat içinde ve hiçbir müzisyenin notaya dökemeyeceği kuş sesleri arasında “alt yol-üst yol” tercihi için daldığım düşünceden eşek anırması sesi sıyrıldım.

Sesin geldiği yöne doğru baktığımda Mişo’nun eşeği göründü gözüme, ardından Mustafa Mişo. Zavallı eşek Mişo’nun hızına ayak uydurabilmek için epey zorlanıyor gibiydi.

Mustafa Mişo ile selamlaşıp, sepetikamı sırtıma aldım ve yola koyuldum.
Ayaklarım; beynimin etkisinde kalmadan, üst yola doğru sürükledi beni.
Arada sesimin güzelliğine hayran kalarak söylediğim sevda türküleri, marşları eşliğinde vardım Katuna’ya. Beyaz sakallı, beyaz mintanlı Karahasan Dede’nin beyaz renkli eşeği, armut ağaçlarının gölgesinde sineklerden korunmak için kafasını, kuyruğunu sallayıp dururken, Karahasan Dede namaz kılıyordu.

Kamenoraş,
Kadahor,
Caluka,
Oksodi,
Kırma,
Harcan,
Zardabaciha,
Ambartaşı,
İspentam,
Kirma,
Hacalikertli,
Harbaşı,
Kalusa,
Kukula Suyu üzerinde göz gezdirirken Pirvana’da olmayı hayal ettim.
Önümdeki, taşlardan yapılmış basamaklı yolu ağır ağır adımlarken bu taşları kimlerin yerleştirdiğini, bu yollarda kimlerin izleri olduğunu, bu yollarda kimlerin yorulduğunu düşündüm.
Zaman gelecek bu yollarda kimse yürümeyecek, belki de buralarda yol olduğunu bilemeyecek. Düşündükçe duygulandım, duygulandıkça ağlamaklı oldum. Gözlerimin yaşarmasına bir arının “vızzz” diye yüzüme teğet geçmesi engel oldu.
Gayri ihtiyari elimi sallayıp arıyı kovduktan sonra Bekir Irmağı’na, nam-ı diğer Bekirdorman’a vardığımı anladım.
İzlerimin çokça bulunabileceği yerdir Bekir Irmağı. Suyundan içtim kana kana ve oturuverdim evimizin balkonuna. Hayal meyal, babamın evi yaptığı günleri hatırladım. Evin köşelerine yazdığım, kazıdığım yazıları okudum, o günlere dönerek. Hayvan gübresi taşıdığım ve çayıra serdiğim, çayır temizlediğim, orakla-tırpanla ot kestiğim, ot taşıdığım, inek beklediğim, yaprak topladığım günleri yaşadım yeniden.
Recep Toko’nun kızlarının Kukula Suyu’ndaki Kamber’in kızları ile bağırarak konuşmalarını dinledim ister istemez.
Kurşimina Hala’yı gördüm, evlerinin önünde torunları ile birlikte otururken. Ağviş Dede’nin gelini ile konuştuğunu duydum, çayırda temizlik yaparken. Muhammet Lema geldi, koskocaman beyaz bidonu ile su almaya. Beni fark edince “Meva Hala’nı gördün mü?” diye sordu bana. “Görmedim” diye cevap verirken, su bidonunu nasıl taşıyacağını merak ettim.
Çünkü ağır geldi bana ve gideceği yol uzun. Cafer Kamber geçti yoldan, malzeme çantasıyla.
Acıktığımı hissedince sepetikamdaki peynir ekmekten atıştırdım biraz. Armut ağacına çıktım. Yarı olmuş, yarı olmamış armutlardan yedim, birkaç tane. Birkaç tane de yolda yemek için cebime koydum. Ağaçtan inerken kolumu kaptırınca bir dala, kızdım kendi kendime.
Tekrar su içip Bekir Irmağı suyundan, daha dinç bir vaziyette düştüm yola. Yolların sonu yok. Biri biter, öbürü başlar.
Ömür yettiği sürece hep yollar üzerindeyiz ve ömür yollar üzerinde tükeniyor.
Üzerinde yürünmeyen yollar kapanıyor, ot bağlıyor, zamanla yol olmaktan çıkıyor.
Yol vardır huzura götürür, yol vardır hüsrana götürür.
Yol vardır üzerinde tekrar tekrar yürümek arzulanır, yol vardır bir daha yürümeye tövbe edilir.
Yol vardır taşlı-dikenli, yol vardır tertemiz.
Yol vardır körü körüne girilir, yol vardır inançla girilir.

Bu düşüncelerle vardım Kukula Suyu’na, Neslibey’in evinin önüne. Vaktiyle, Neslibey amca evi inşa ettiği zamanlarda, annemle beraber yanından geçerken “Kal benimle, yalnızım” demişti bana da, “annem de yalnız” diye cevap vermiştim.

“Yalnızlık zor ama yine de bazen aranıyor” diye içimden geçirirken Kukula’nın suyundan içtim, elimi yüzümü yıkadım, uzanıverdim çimenlerin üstüne sırtüstü.
Devam edecek.

Ayhan HOŞ
Mart 2010, Yomra