BİTMEYEN GECE

Bugün sizlerle bir anımı paylaşmak istedim.
Köyümüzde elektriğin,
Telefonun olmadığı yıllar…
Sadece merkez camiine kadar kasabadan uzanan yol.
Otların odunların ve her çeşit yükün sırtta taşındığı ızdıraplı günler.
Fincan oyunu oynamak için yukarıya yani lemetostan merkez cami civarına çıktım.
Eğlenceli ama sonucunda ağır yenilgi aldığım bir fincan oyunu.
Elimde cep feneri ile kurkulinadan aşağı inerken hem sıkıntılı hem de yoluma bir ayı çıkar korkusuyla gecenin karanlığında sert adımlarla ilerlerken bir araba sesi ve lambasıyla sevindim.
Yanaştığında gayri ihtiyari el attım.
Beni alacağını hiç düşünmemiştim.
Ama ya tutarsa, hesabı yaptım.
Tutmuştu da.
Araba yanımda durmuştu ve arabaya bindim.
Hiç birini tanımadığım üç kişi vardı arabada.
Arabaya biner binmez “tamam bulduk” diye gülümsüyorlardı.
Selamımı aldıktan sonra kısa süren bir sessizlik ve o keskin ses kulaklarımda çınladı:
“Bağlayın gözlerini!”
Önce kafama dayanan silah sonra gözlerimin bağlanması.
Neye uğradığımı şaşırmıştım. A
raba aşağı doğru yol alıyordu.
Soğuk terler döküyor korkudan tir tir titriyordum.
“Bizden sana zarar gelmeyecek” sözüyle sessizlik bozuldu.
Cesaretimi toplamaya çalıştımsa da nafile, korku devam ediyordu.
Ne kadar ilerlediğimizi bilmiyordum.
Araba durdu. İn emri ve koluma giren biriyle gözlerim bağlı olarak ilerledik. Yaklaşık iki yüz adım gittikten sonra durduk, gözlerimi açtılar.
El feneri ile yerde duran kazmayı küreği gösteriyorlardı.
Onları al ve kazmaya başla. Kendi mezarımı açtığımı düşünmüştüm. Ama ağzına kurşun sürülmüş silah devamlı kafamda durduğu için kendi mezarımda olsa açacaktım. Bir taraftan yalvarıyor diğer taraftan kazıyordum.
Sadece “Kes sesini” cevabıyla karşılaşıyordum.
Biraz kazınca kazma tahtalara vurdu. İçinde bir ölü olan mezarı kazdığımı anlamıştım. Artık tahtalar daha belirginleşti. Korku, yorgunluk ve sıkıntı terleri döküyordum. Belki kaçırmıştım da. “ Tahtayı kaldır” emri ile irkildim. Kaldırınca içinde kefenli bir erkek ölüsü. “Kafa tarafından aç”. Yapacak başka bir şey yok.
Emirlere itaat, açtım.
Birkaç gün önce defnedildiği çürümediğinden belli. Yeni bir emir, “Ağzını aç ve altın dişlerini çek”. Ölünün ağzında tam on iki tane altın diş. Elime tutuşturdukları kerpetenle dişlerini çektim.
Bu gün bile aklıma geldiğinde titriyorum.
Korku, heyecan ve ne olacağını bilememe insanı öldürüyor. Her saniye ölüp diriliyor insan. İşlemlerin tersi yapılarak mezarı kapattırdılar bana. Tekrar gözler bağlı olarak arabaya bindik. Üzerimden terler boşalıyor.
Bu kez araba yukarı doğru hareket etti.
Bir müddet gittikten sonra araba durdu. Tekrar arabadan indik. Aralarında yaptıkları fiskostan bir cümle anlayabildim. “Bunu da yok etmek lazım”. Dünya başıma yıkılmıştı. Ani bir hareketle gözlerimi açıp kaçmaya başladım.
Gece vakti olsa da cami civarında olduğumuzu anlamıştım. Ben kaçtıkça peşime ikisi geliyordu. Eski cami ve eski minare vardı o zaman. Minarenin kapısından içeri daldım.
Yukarı doğru çıktıkça onların da geldiğini ayak seslerinden duyuyordum. Merdivenleri üçer üçer çıkıyordum. Ağaçtan yapılmış minare ve ağaç merdivenler. Korkunun verdiği heyecanla bir çırpıda şerefeye çıkmıştım.
Şerefenin kapısı olsaydı onu kapatır ve ölümün kol gezdiği etrafımdan biraz olsun uzaklaştırırdım. Ama o şansımda yoktu. Sonunda şerefenin etrafında tavşan kaç tazı tut misali koşmaya başladım. Eli silahlı biri kişi vardı. Diğeri yukarı çıkmamıştı.
Artık sonumun geldiğini anlamış salâvat getirerek son şansımı oynamaya karar verdim.
Şerefeden caminin üstündeki kiremitlere atlayacaktım.
Belki canımı teslim etmeyebilirdim.
Kırık çıkık çok olur ama yinede uzak bir ihtimal dahi olsa kurtulabilirdim.
Saniyenin onda biri kadar bir zaman da verdiğim bu kararı yürürlüğe koydum ve gecenin karanlığında kendimi boşluğa bıraktım.

Hiçbir tarafımda kırık çıkık yoktu ama uyandığımda o korku ve o heyecan hala üzerimdeydi.
Gerçekten çok terlemiş ve bir bardak su içmek için kalkmıştım.

Bu hafta sonu Allah izin ederse umre için Mekke ye gidiyorum.
Dönüşte korkusuz güzel anılarla bu sayfada olacağız inşallah.

Ali Kemal HOŞ, 24 Mart 2007