Seferberlik ve Rus İşgali İle İlgili Dinlediklerim

İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Hidrolik Ana Bilim Başkanı öğretim üyesi köylümüz Prof. Dr. Necati Ağıralioğlu  1.Dünya savaşı sırasında Ruslar tarafından işgal edilen Çaykara’da yaşananlar hakkında bölgenin insanlarından dinlediği olayları kaybolmadan kaleme alarak kayıt altına aldı

İstanbul dışındaki yerleşimlerle ilgili Osmanlı Dönemine ait yazılı tarihi bilgiler hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bu yazıda, 1914 yılında Osmanlı Devleti tarafından ilan edilen seferberlik ve 1916 yılında Ruslar tarafından işgal edilen Çaykara’da yaşananlar hakkında bölgenin insanlarından dinlediklerimi kaybolup gitmeden yazılı hale getirmek istedim.

SEFERBERLİK
Bilindiği üzere 28 Temmuz 1914’te Avusturya – Macaristan İmparatorluğunun Sırbistan’ı işgali ile 1. Dünya Savaşı başladı. O imparatorluk tarafında Almanya vardı. Önce tarafsızlığını ilan eden Osmanlı Devleti 2 Ağustos’ta Almanların safında savaşa katıldı. Aynı gün (2 Ağustos 1914) seferberlik ilan edildi. Millet üzerinde derin izler bırakan bu zaman, yerli halk tarafından seferberlik senesi olarak anılır.

Böylece Almanya, Osmanlı Devleti ile Avusturya- Macaristan Devleti İttifak Devletleri olarak bir yanda, İtilaf Devletleri olan İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya diğer tarafta yer aldı. 1. Dünya Savaşının ilk zamanlarında İtilaf Devletlerine Karadağ, Sırbistan ve Romanya katıldı. Daha sona ABD, Japonya, Yunanistan, Belçika ve Portekiz de İtilaf Devletlerinin yanında yer aldı. Böylece Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri ile Doğu Cephesinde, Batı Cephesinde, İtalya Cephesinde, Kafkasya Cephesinde, Ortadoğu Cephesinde, Balkan Cephesinde, Koloniler Bölgesinde, Denizlerde savaşmak zorunda kalmıştı.

Her Çaykara’ya gittiğimde, özellikle dönüşe yakın günlerde mahalle büyüklerini ziyaret eder, dualarını isterdim. Mahallemizin büyüğü 1910 doğumlu Şamil Yaroğlu’nu, 1970’li yılların sonlarına doğru bir gün eşim Zehra ile birlikte ziyarete gitmiştik. Kendisini ziyarete gelen herkese kahve yaptırdığı gibi bize de yanında kalan çocuğuna kahve hazırlatmıştı. Sohbet sırasında seferberlik için şöyle konuşmuştu: “Tek tek saymıştık;

Seferberlikte bu köyden (Eğridere) 72 kişi askere çağrılmıştı. Hemen hemen hepsi şehit oldu. O devrin çocukları olan bizlerin babaları, amcaları, dayıları ve ağabeyleri şehit oldular. Bizler yetim büyüdük”.. Seferberlikte askere çağrılanlar arasında Hacı Mustafa Ağıralioğlu’nun (Sofuzade) 1871 doğumlu oğlu Halim’in de olduğu aile sohbetlerinde geçerdi. Halim askere sevk edilirken hastalanmış, hastalığı dolaysısıyla Of’tan geri çevrilmiş ve eve dönünce kısa süre sonra vefat etmiş.

1901 doğumlu Gülbeden Ağıralioğlu (babaannem) anlatırdı: “
Huşo Köyündeki evimizden babam Ahmet Şak (Şahin) ve onun en büyük oğlu 20 yaşlarındaki ağabeyim Mustafa, Seferberlikte askere çağrıldılar.
Babam Yemen’deki harbe katıldı, 7 sene askerlik yaptıktan sonra eve döndü. Fakat ağabeyim Mustafa’dan gittikten sonra bir daha haber alamadık. Hangi cephede şehit düştüğünü bilmiyoruz”.
Bu seferberlik ilanı tarihinde kullanılmakta olan Rumi takvime göre 1315 doğumlular (1899 doğumlular), yani 15 yaşındaki çocuk yaştaki gençler bile askere alınmıştı. Seferberlikten bütün Ormanlı topraklarında yaşayanlar çok büyük oranda etkilenmiş ve bu etki aşağıdaki türküde olduğu gibi hüzünlü türkülere bile yansımıştı. Hey on beşli on beşli Tokat yolları taşlı On beşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı.
BÖLGENİN RUSLAR TARAFINDAN İŞGALİ
22 Aralık 1914 yılında Osmanlı devleti ile Rusya arasında başlayan Sarıkamış savaşı 15 Ocak 1915’te Osmanlı Devletinin yenilmesi ile son buluyor.
Sarıkamış yenilgisinden sonra Osmanlı Ordusu Doğu Bölgesinden tedrici olarak geri çekiliyor. Ruslar iki yönden karşı harekâta başlarlar: 1. Erzurum yönü, 2. Karadeniz yönü. Ruslar bir yandan 16 Şubat 1916’da Erzurum’u, öbür yandan 24 Şubat 1916’da Rize’yi, ardından 15 Mart 1916 da Of’u ve 18 Nisan 1916’da Trabzon’u işgal ederler.
MUHACİRLİK BAŞLIYOR
Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz işgalinde halk Rus ordusundan kaçıyor ve yollara dökülüyor. Sahilden göç edenler Terme, Çarşamba, Samsun ve Bafra’ya kadar uzanıyor. Halk yola çıktıktan sonra Rusların evini yakıp yıktığını öğreniyor. Halk şairleri muhacirlik için destanlar yazıyor. Bir tane destan örneği aşağıda verilmiştir. Trabzon’dan çıktım başım selamet, Çavuşlu’ya geldim koptu kıyamet, Anam ile yârim Hakk’a emanet, Kâfir Urus yaktı da yıktı evimi, Muhacirlik büktü benim belimi. Sahil yolu ve deniz bağlantısı kapanan Baltacı ve Solaklı vadileri halkı dağlara ve batıya doğru kaçıyorlar. Mayıs ayının sonuna doğru Baltacı Deresinden insanlar sırtlarında büyük sepet ve çuvallarla Solaklı Vadisine doğru akmaya başlıyor.
ÇAYKARA’NIN İŞGALİ VE HALKIN KAÇIŞI
Of –  Çaykara arasındaki Solaklı Vadisi ve sahil kesimi Rus birlikleri tarafından tutulduğu için Çaykara halkı yaya olarak güneye ve dağlara doğru kaçmaya çalışıyor. Baltacı Deresi vadisini ele geçiren Ruslar, o vadiden batıya yönelerek Mayıs ayı sonlarına doğru ( 1916 da), doğudan Yeşilalan Köyü tepelerinden Çaykara vadisine girmeye başlıyor. O mevsimde yaylalara çıkılmış olduğundan halkın bir kısmı köylerde, bir kısmı yaylalarda yaşamaktadır. Halk Rus birliklerinin önünden kaçıyor. Bu işgal ile tarihte ilk defa Çaykara toprakları bir yabancı ordu tarafından işgal edilmiş oldu.
Toprakları işgal edilen halk büyük bir panik yaşıyor ve evlerini terk ederek kaçmaya çalışıyor. Bazı aileler ormanlara ve yaylalarda saklanıyor. İnsan gücü yerinde olan aileler ise batıya göç etmeye çalışıyor. Bu dönemi yöre halkı daha sonra Muhacirlik Zamanları diye anar.
ORMANLARA KAÇANLAR
O sıralarda 5-6 yaşlarında olan Eğridereli Bayram Bilen yaşadıklarını Adapazarı’nda bana şöyle anlatmıştı: “Ruslar geliyor haberini duyunca, pek çok aile ile birlikte Kastanpera Ormanlarına kaçtık. Orada 3 gün saklandıktan sonra Rusların sivillere zarar vermeyecekleri haberi üzerine bir ikindi vakti çaresiz evlerimize geri döndük”.
YAYLALARDA SAKLANANLAR
Mevsim yaz başı olduğu için yaylalara göç edilmiş ve her hanedeki halktan bazıları yaylalarda bulunuyormuş. halkın bir kısmı yaylalara göç etmişti. Köylerde kalanların bir kısmı da Ruslar geliyor haberini duyunca köylerdeki halkın bir kısmı da yaylalara kaçıp saklanmaya çalışmış.
BATIYA GÖÇ EDENLER
Yeterli insanı olan aileler batıya doğru kaçıyor. Akrabam ile ilgili bu göç hikâyesini 1901 doğumlu Mustafa Ağıralioğlu’ndan dinlemiştim.
“Nüfus idaresi kaydına göre 1869 doğumlu olan babam Esat aile fertleri ile birlikte ve dedemin konağında yaşayan 1885 doğumlu amcamın oğlu İbrahim Ethem (Cafer’in en büyük oğlu) ailesi ve kardeşi 1901 doğumlu Muhammed’le birlikte batıya doğru kaçıyoruz. Ataköy’ün üstündeki Aymeydanı’na geldiğimizde karşı dağdan Ağıralioğlu Konağının yanmakta olduğunu gördük. O sırada, 12 odalı taş bina olan konağın kapı anahtarlarını, Aymeydanı’nda çimenlerin üzerine attık ve yola devam ettik”.
Batıya göç edenler, Kemer Dağını aşıp Bayburt – Aydıntepe üzerinden Kelkit Vadisine geçerler. Bütün doğu Anadolu’dan gelen kafilelerle birleşen bu insanlar batıya yolculuklarına devam ederler. Büyük bir beyaz bezi bayrak yaparak ilerleyen bu kafilelerin fotoğrafları Rus arşivlerinde bulunmaktadır. Yarı aç ve susuz, sırtlarında yanlarında taşıyabildikleri eşyaları olduğu halde gündüz yol yürürler, gece güzergahları üzerindeki köy ve kasabalardaki ahırlarda veya metruk evlerde barınırlar. Kötü sağlık şartları ve yol durumu hastalıklara ve ölümlere sebep olur.
Bölgede tifo salgını vardır. Niksar yakınlarında bir gecede İbrahim Ethem’in iki çocuğu ve annesi Meva vefat eder. O evden geriye kalan İbrahim Ethem ve Muhammed batıya doğru giderek Düzce istikametinde yol alırlar.
Esat ve ailesi ise Niksar’dan kuzeye yönelir ve Terme ve Çarşamba tarafına geçerler. Ruslar Çaykara’dan çekilene kadar, buralarda yaşarlar ve Esat terzilik yaparak ailenin geçimini sağlamaya çalışır. Aile işgalden sonra memleketlerine geri döner. 1980’li yıllarda kendisi ile sohbet ederken Esat’ın büyük oğlu Mustafa Ağıralioğlu bana:
“Keşke geri dönmeyip orada kalsaydık” demişti. Batıya göç eden ailelerin bir kısmı işgalden sonra da memleketlerine geri dönmezler; gittikleri yerlerde kalırlar.

HUŞO’DAN KAÇANLAR
O zamanlar 12-13 yaşlarında olan Gülbeden Ağıralioğlu (Babaannem) ara sıra bana ve kız kardeşim Safiye Hoş’a anlatıyor: “Haziran ayının başıydı. İnsanlar hayvanları ile yaylaya çıkmıştı. Annem yayladaydı. Biz çocuklar köydeydik. Ruslar geliyor denince,
Huşo Köyünde komşu aileler birleşip gruplar oluşturarak batıya doğru kaçmaya başladık.
Eğridere ve Maraşlı’yı geçip Ataköy’e geldiğimizde Rus komutanı askerlerini gönderip kafilemizin yollarını kestirdi ve evlerimize geri dönmemizi bildirdi. Daha önce gidenler Ay Meydanı’nı aşmıştı. Dediklerine göre sivillere zarar verilmeyecekti. Bunun üzerine yollardaki halkın bir kısmı yollardan geri dönüyor. Geri dönerken Hadi Pazarı yakınında Rus devriye askerleri ile karşılaştık ve bir ineği askerler alıp götürmek istediler. İnek sahibi Rahime isimli bir kız karşı çıkınca askerler onu götürmeye kalktılar. Onu kurtarmak için kafile ile askerler arasında itişmeler ve kavgalar yaşandı. Bu kargaşalıkta, benden büyük bir kız arkadaşımla gruptan koptuk. Onun da adı Rahime olan ve benden 3-4 yaş büyük olan arkadaşım devamlı ağlıyor ve benim hızlı koşmamı istiyordu. Ben tehlikelerin farkında değilim. Koldere Köyü’ne doğru hızla koşuyoruz. Bir süre sonra bizim bölgeden çok aşağılara düştüğümüzü anlayınca yokuş yukarıya yöneldik. Ormanlar içinden ve sarp yamaçlardan çok zorluklar çekerek yürüdük.
Hava kararırken Eğridere Cami hizasında yanmakta olan Ağıralioğlu konağının yanından geçen yola çıktık. Rus birlikleri Eğridere Köyü, Kaban Tepesinde karargâh kurmuşlar ve etrafı projektörlerle aydınlatıyorlardı.
Ruslara görünmemek için Konağın bulunduğu yerin üst tarafından mısır tarları içinden eğilerek yürümeye çalışıyoruz. Konak yeni yakılmış. Yollar ve evin etrafı bakır kazan ve çanaklarla dolu. Havada yanık kokusu ve dumanlar var.
Bu tarla geçişlerinde, görünmememiz için arkadaşım iyice eğilerek yürümemi tembih ediyor ve arada sırada eğilmem için sırtıma yumruklar vuruyordu.
Böylece biz iki çocuk Ruslara görünmemek için yolun yukarısındaki mısır tarlaları içinden eğilerek o bölgeyi geçtik. Karanlıkta ormanlar içindeki dar patikalardan yürüyerek gece yarısı Huşo’ya vardık. Mahallede hiçbir evde ışık yok; evler boşalmış durumdaydı. Behzat Efendilerin evinin alt katındaki ahırdan hafif bir ışık geliyor. O evin kapısını çaldık. Korka korka kapıyı açtılar. Evin ahırına saklanmıştılar. Mahallede kediler aç, evlerin kapılarında miyavlıyorlar. Ertesi gün yaylaya gittik. Yayladayken Rus devriye askerleri geliyor denince herkes kapısını kilitliyor. Bazıları kapılara dokunmadan geçerken, bazıları kapıyı kırıp içeriden yiyecek çalıyor. Bazen de otlaklardaki sürülerden inek çalıp kesiyorlardı.”
RUSLAR TAŞ KONAKLARI, CAMİ ve MEDRESEYİ YAKIYOR, ŞEHİTLER VERİLİYOR
Rus işgali sırasında, seferberlik dolayısıyla eli silah tutan erkekler askere alındığı için, bölgede çatışacak pek insan gücü yok. Bununla birlikte başlangıçta etraftan toplanan gençlerle küçük ve dağınık gönüllü grupları meydana gelmiş ve bunlar arazinin ormanlık ve engebeli olmasından yararlanarak vur-kaç usulü ile Rus birliklerine zarar vermeye çalışmışlar. Bu gönüllülerin dağınık halde taş konaklara saklandığını fark eden Rus birlikleri işgalin ilk günlerinde Eğridere Köyündeki Ağıralioğlu konağını, Halim Şen’in (Lema) konağını, Korkmaz’ların konağını ve diğer konakları yakıyorlar. Bahsedilen son iki konak aynı mahallede ve yan yana buluyordu. Bu iki konağın yanışını, o sırada Ruslardan silahını saklamak üzere toprağa gömmek için karşı yamaçtaki koruda bulanan 1901 doğumlu Mustafa Yıldız uzaktan görür ve çaresiz elemle seyreder.
Halim Şen’in oğlu 1933 doğumlu Hasan Şen bana anlatıyor:
“Babam Halim Şen’in konağını ateşe veren iki Rus askeri evden kaçmakta olan Halim Şen’in kızı, yani ablam Ayşe’yi ve Hasan Şudur’u şehit ediyorlar.
Evi yaktıktan sonra Eğridere tepesindeki karargâha dönerlerken bu iki Rus askerinden biri Çaykaralar’ın evinin altında milislerle çıkan çatışmada öldürülüyor”. KÖYDEKİ ÇATIŞMADA BİR ŞEHİT DAHA
Bölgenin bazı gençleri Rus işgaline karşı direnç gösteriyor. Abdullah Ağıralioğlu’nun hanımı Necibe 1950’lerin sonlarında biz gençlere şöyle anlatmıştı:
”Gönüllü gençler ormanlarda ve tarlalarda saklanarak düşman birliklerine saldırıyor ve zarar veriyordu. Bazıları evimin avlusuna gelerek yemek yiyor veya arkadaşlarına yemek istiyordu. Geceleri belli yerlerde saklanıyorlar ve gündüzleri Rus askerlerinin geçeceği yerlerde pusu kurarak Ruslarla çatışıyorlardı”.
Amcam 1930 doğumlu Hasan Ağıralioğlu, 1942 doğumlu Hatice Yıldız ve diğer büyüklerimiz aynı konuyu bana şöyle anlatmışlardı:
”Ruslarla çarpışan iki gönüllü Ağıralioğlu konağında İbrahim Ethem’in annesi Meva tarafından saklanıyor ve onlara yemek veriliyor.
Bir sabah yemek yerlerken Bayburtlu olan Muhammed isimli gönüllü, o gün çarpışmalarda vurulacağını rüyasında gördüğünü söylemiş. O gün çatışmalara katılmaması istendiği halde çarpışmalara katılmış. Aynı gün Serinsu Mahallesinde, Korkmaz’ların evini ateşe veren Rus askerleri ile Çaykaraların evinin altında yol dönemeçlerinde çatışırken bizim milis vurulmuş ve şehit düşüyor.
Ölüsü alınıp Ağıralioğlu’nun Cami yanındaki mezarlığına defnedilmiş”. Bu şehidin mezarı 1990’lı yıllarda Hafız Muhammed Yıldız önderliğinde yapılan çalışmalarla düzenleniyor. Bu maksatla toplanan paralarla mermer kaplı olarak güzel ve şehide yaraşır bir mezar ortaya çıkıyor.
Ayrıca Şehidin adı ve künyesi belirlenerek mermer mezar taşına kitabesi yazılıyor. Bir de mezara bir bayrak direği dikilerek bir Türk bayrağı asılıyor.
Daha sonraki yıllarda şehidin yerini öğrenen akrabaları gelip şehidin mezarını ziyaret ediyor. Ruslar, ayrıca zemin katı taş, üst katı ahşap olan Eğridere camisini yakıyorlar. Cami’nin taş duvarları sağlam kaldığı için işgalden sonra caminin ahşap üst kısmı yeniden yapılıp hizmete açılmıştı.
Caminin kuzey doğu kenarına ahşap uzun bir direk etrafındaki ahşap dönen basamaklarla çıkılan bir minare eklenmişti. Çocukken dışarıdan tahta ile kaplı bu minarenin şerefesine çıkar ve etrafı seyrederdik. Rüzgârlı havalarda bu ahşap minare bayağı sallanırdı. Bu caminin yontma taştan olan köşe taşlarını çocuklukta çeşitli oyunlar için kullandığımızı hatırlıyorum. 1976 yılına kadar hizmet veren bu cami binası yıkılarak bugünkü betonarme cami yapılmıştır.
Ruslar büyük bir ahşap bina olan medrese binasını da yakıyorlar. Bu medresede, resmi kayıtlara göre 1888 yılında Müderris Sadoğlu Mahmut Efendi’ nin 60 öğrenci okuttuğu bilinmektedir. Yakılan medrese binasının külleri ve kömür artıkları uzun yıllar arsasında oynayan biz çocuklar tarafından bile fark edilirdi. İşgalden sonra bu arsanın doğu tarafına ahşap bir köy toplantı odası yapılmıştı. Daha sonra, 1950’li yılların sonlarına doğru medrese arsasına iki katlı ahşap bir medrese binası inşa edildi. Bu ahşap bina da yıkılarak 2000’li yıllarda bugünkü 3 katlı lojmanlı betonarme bina yapılmıştır.

KİLİTLİ EVLERİN KAPILARI KIRILIYOR
Çaykara’da işgal başlayınca bizim ev halkı, bazı kap ve kaçaklarını misafir odasının altında toprağa gömüp kapıları kilitleyerek yaylalara kaçanlara katılıyor.
1908 yılında yapılmış olan 6 odalı evimiz oldukça büyük ve yeni olduğu için dikkat çekmiş olmalı ki, Ruslar batı tarafındaki ahşap kapıyı kırarak içeri girmişler.
Doğu tarafındaki mutfağın büyük kapılı kileri (ambar) de kilitli olduğu için onu da balta ile kırmışlar. Bu kapıda enine boydan boya demir menteşeler vardır. İşgalden sonra sol taraftaki kapıda yarılan tahta uygun bir şekilde birleştirilmiştir. Bugün bile bu kırık izleri tahtalarda görülebilmektedir. Ayrıca kiler (ambar) kapısı da aynı şekilde aslına uygun olarak daha sonra tamir edilmiştir.
2000’li yıllarda Babam Mehmet, Amcam Kemal, Kardeşim Dursun ve diğer aile fertleri ile birlikte evin alt katında bir oda ve bir salon inşaatı yaparken temelin kazılması sırasında, kap kaçağın kazılıp gömüldüğü yeri gördük.
Bu yer gevşek malzemesi ve kolay kazılması ile dikkatimizi çekmişti. Bu husus aramızda tekrar sohbet konusu olmuştu. İşgalin ilk günlerinde kilitli veya kilitsiz evlere girilmiş, halkın elindeki ve evindeki bütün silahlar toplanmıştı.

KÜÇÜK MUHAMMED KAYBOLUYOR
İbrahim Ethem ve kardeşi Muhammed diğer kafilelerle birlikte batıya doğru yolculuğa devam ederler.
1980’lerin sonunda Adapazarı’nda oğlunun yanına gelen Muhammed, kız kardeşim Safiye Hoş’a bir zamanlar Taraklı İlçesinde kaldığını belirterek kendi göç hikâyesini şöyle anlatır:
“Ağabeyim İbrahim Ethem’le birlikte batıya doğru göçe devam ederken, askerler Düzce’de at arabamızı durdurdu. Sen askersin diyerek askerler ağabeyimi alıp götürdüler.
Bizim evden sadece ben kalmıştım. Diğer kafilelere karışarak yola devam ettim. Adapazarı’na varınca kafiledeki herkes bir tarafa dağıldı. Ben kimsesiz bir çocuk olarak meydanda kalakaldım.
Yanıma bir kişi geldi ve niçin beklediğimi sordu. Ben de kendi hikâyemi anlattım. Beni alıp Taraklı’daki evine götürdü. Koyun sürüleri vardı. Ben bu sürüleri gütmeye başladım. Bir süre sonra adamın oğlu bir kişi vurmuştu. Adam, bana suçu kabul etmem halinde hapiste bana bakacağını söyledi. Böylece ben hapse düştüm. Fakat vurulan kişi ölmediği için ifadesinde kendisini benim vurmadığımı ve adamın oğlunun vurduğunu beyan edince hapisten çıktım. Yine o adamın sürülerini gütmeye devam ettim. Aradan bir zaman daha geçti.
Bizim köyden Hasan Şutur (Boz) (1903 doğumlu) Taraklı tarafına kalaycılık yapmaya gelmişti.
Karşılaştık ve konuştuk. Bana sen Ali’nin kardeşisin, hazırlan benim işim bitince beraber memlekete gideceğiz dedi.
Ben de hazırlandım. Onun işleri bitince yanıma geldi. Yanında çalıştığım adam yıllar sonra bana çalışma karşılığı hiçbir hak vermedi.
Sadece yol harçlığımı vererek oradan Hasanla birlikte ayrıldık ve memlekete döndük”. Safiye: “Şimdi, yıllar sonra Taraklı’yı görmek ister misiniz” diye sorunca: ” Hayır hakkımı vermediler, onlara küstüm, bir daha oraları görmek istemem” demiş.
Böylece kayıp olduğu bilinen Küçük Muhammed 3 yıl sonra memleketine ve evine geri döner.
Bu hikâyeyi ben de zaman zaman aile büyüklerimden dinlemiştim.
Bu arada, Sakarya İli, Taraklı İlçesine çok yakın küçük bir köy olan Çay Köyü’nü yaklaşık 300 yıl önce Çaykara’dan gelen insanların kurmuş olduğunu öğrendim.

İBRAHİM OSMANCELEPOĞLU’NUN OF’TA SORGUYA ÇAĞRILMASI

İşgal sırasında bölgenin ileri gelenlerinden İbrahim Osmancelepoğlu milis kuvvetlerine katılmış ve ona devlet tarafından yüzbaşı rütbesi ve silah verilmişti. İşgal sırasında İbrahim, Rus birlikleri komutanı tarafından Of’ta sorguya çağrılmış. Bu sorguya günlük kıyafeti ile giden İbrahim’e komutan niçin günlük kıyafetle geldiğini sormuş.
O da “Siz beni istediniz, benim kıyafetlerimi isterseniz, getiririm” demiş. Komutanın esas sorusu şu olmuş: ” Niçin Rus birliklerine karşı gönüllü topluyorsun ve halkı kışkırtıyorsun?” olmuş. Cevap olarak “Siz benim yerimde olsaydınız aynısını yapmaz mıydınız” demiş. İbrahim ceza almadan oradan ayrılmış. Fakat bölgenin diğer bazı ileri gelenleri sorgulamadan sonra Rusya’ya sürgüne gönderilmiş.

İŞGAL YILLARI
Ruslar Anadolu’nun iç kısımlarını işgal ederken yol yokluğundan dolayı silah ve makinelerini iç ve yüksek kesimlere zor taşımışlar ve yüzden birlikleri çok zor ilerlemişti. Birlikler çok zayiat vermişti. Bunun için ilk iş olarak sahille iç kısımların bağlantı yollarını yapmaya koyuldular.
Of-Çaykara- Bayburt yolunu yerli gençleri kazma- kürek çalıştırarak 1,5 yılda tamamladılar. Ücret olarak bazen ekmek, bazen külçe şeker ve bazen Rus parası manat dağıtılmış. Bir kısım gençler Rus Mangırını her ay altına çevirmiş. Bir kısmı ise bu parayı manat olarak saklamış. Ruslar çekilince manatlar geçersiz olduğu için bu manatlar hiçbir işe yaramamış.
Onun için işgalden sonra halk arasında bazı malların değersizliğini ifade etmek için “Rus mangırı ile beş para etmez” ifadesi yaygın kullanılmıştır. Ruslar Harşit (Doğançay) Çayına kadar bölgeyi kalıcı olarak işgal etmişti. Rus yöneticiler halkın tepkisini çekmemek için halka zulüm yapmamaya çalışırken bazı askerler, özellikle Ermeni asıllı askerler halka zulüm ve işkence yapıyorlardı.
Halkın elinden bazen malları ve hayvanları alınıyor, bazen kadınlara saldırılıyordu. Rus birlikleri içinde bulunan Kırım ve Kazan Müslümanları gibi askerlerden sivil halk zulüm ve işkence görmüyordu. Annem Havva Ağıralioğlu anlatmıştı:
“Annem Hatice Şabanoğlu, işgal sırasında çocuğu 1,5 yaşındaki İbrahim’i yanına alarak evden çıkıp Komlar denen mevkie işe giderken yolda uzaktan Rus devriye askerlerinin geldiğini görünce çocuğunu yol ortasında bırakıp yolun aşağısındaki uçurumlu kayalıklara kendini atıyor.
Uçurumun dibinde kuru ağaç yapraklarından bir yığın olduğu için kendisi hafifi yaralanmalarla kurtuluyor.
Rus askerleri çocuğa dokunmadan yanından geçip yollarına devam ediyorlar”.
RUSLARIN GERİ ÇEKİLMESİ
Çarlık Rusyası’nda Jülyen takvimi’ne göre 25 Ekim 1917’de, (Miladi takvime göre 7 Kasım 1917) Rusya’da Ekim Devrimi olur.
Geri çekilmek zorunda kalan Rusya ile Osmanlı Devleti arasında 18 Aralık 1917’de Erzincan Antlaşması yapılır.
Bu antlaşma ile Rusya işgal ettiği topraklardan geri çekilecektir. Bu antlaşmaya Ermeniler uymayıp Osmanlılar aleyhine katliamlara girişince, oranın komutanı Vehip Paşa’ya ileri harekât emri verilir.
11 Şubat 1918’de genel harekât emrini alan Osmanlı ordusu bir koldan Kafkasya’da ilerler. Diğer koldan Trabzonlu Albay Hamdi Bey (Pirselimoğlu) komutasındaki, 37. Tümen, Giresun’dan 123. Alay ile takviye edilerek
Trabzon üzerine yola çıkar.
Böylece 15 Şubat 1918’de Vakfıkebir,17 Şubat 1918’de Akçaabat, 24 Şubat 1918’de Trabzon ve 27 Şubatta Çaykara işgalden kurtulur.
Ömrünün büyük bir kısmını Adapazarı’nda geçiren Bayram Bilen Rusların çekilmesini bana şöyle anlattı.
“Şubat ayının sonlarında bir gün biz çocuklar,
Eğridere Köyü Camisinin yanında ayakta durarak
Çaykara- Ataköy arasındaki yoldan Rus askeri araçlarının konvoy halinde Of’a doğru düzenli bir şekilde geçtiklerini ve geri çekildiklerini seyrettik”.

Necati Ağıralioğlu

Prof. Dr. Necati Ağıralioğlu kimdir
1947 yılında Trabzon’da doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun oldu.
1970 yılında aynı üniversitede asistan olarak çalışmaya başladı. 1988 yılında Doçent, 1995 yılında profesör oldu.
Türkiye ve yurtdışında çeşitli üniversitelerde lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler verdi.
Bir kısmı uluslararası kongrelerde sunulmuş 30’dan fazla bildiri, 1’i tercüme olan 7 kitap ve bazı teknik raporlar olmak üzere toplam 120’den fazla yayını bulunuyor. 2003’ten bu yana İTÜ İnşaat Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Hidrolik Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapıyor.
Evli ve iki çocuk babası.